Hissiz Izdırap

Canımı yakan cümleler kurmuştum çoğu kez fakat hiçbiri bu kadar acıtmamıştı. “Git.” demiştim net bir şekilde.

“Git…”

Aslında “Gitme.” demek istemiştim, “Bırakma, ben bir başıma yapamam bu bedende. Ne olur terk etme beni..” Sözlerimin altındaki anlamları yine yalnızca ben anladım tabi.. Ruhum terk etti beni. Ondan rahatsız olduğumu düşündüğü için gitti. Aslında yanlış düşünmüyordu ama gitmemeliydi. İnsan ruhu olmadan nasıl yaşayabilirdi ki? Mümkün müydü böyle bir şey? Bilmiyordum, deneyecektim.

 İlk defa…

Tepkisiz bir hayat başlamıştı benim için. Ruhsuz bir beden nasıl olursa öyle işte. “Ölü gibi…” Düşüncelerim kafamdan silinmişti sanki, dudaklarım ne bir tebessüm ne de bir hüzün belirtisi gösteriyordu. Bu ruh nasıl bir şeydi de bedeni onsuzken yalnızca bir et parçası haline getiriyordu? Hayret bile edemedim. Çünkü alınmıştı hepsi benden. Daha doğrusu, ben öyle istemiştim. Ruhumun yalnızca çok konuşup, çok acı çektirdiğini düşünmüştüm. Onsuz daha kolay yaşayabileceğim yalanına inandırmıştım kendimi. Gerçekler hiç öyle olmamıştı. Ruhum, benliğime ait ne varsa alıp götürmüştü benden. Ben ise artık yalnız bile değildim.

Pişman olma lüksüm yoktu. Ağzımı açıp “Geri gel.” demem mümkün değildi. Öylece beklemek kalmıştı yalnızca. Bir et yığını, beklemekten başka hiçbir şey yapamazdı. Yapamadım. Tavana dikilmiş bakışlarım bir anlam taşımıyordu artık. Öylece havada süzülüp çarptığı ilk noktada göz kırpmaksızın duruyordu. Hareket eden tek şey, açık duran gözümden akan yaşlar oldu. Bedenimi tekrar harekete geçirebilecek bir çarem yoktu. Kabullenmeli, belki de çürümeliydim… Sonunu düşünmesem dahi bunu ben istemiştim. Sonuçlarına katlanmalı ve acıyı hissetmeliydim.

Ruhsuz bir şey hissedilmez sanıyorsunuz öyle değil mi? Ben de öyle sanıyordum. Halbuki ruhun yokluğu, bıraktığı boşluktaki o soğuk rüzgarın orayı nasıl yaktığı hissedilirmiş. Nefessiz bıraktığı o et yığınının nasıl eridiği ilmek ilmek işlenirmiş o bedene.

Bunları öğrenecek ve ben de hissedecektim. İliklerime kadar işleyecek ve bu his beni içine hapsedecekti. Bu, kendime verdiğim son ceza olacaktı. Benliğimi kendimden uzaklaştırmanın cezası, sonsuz bir ızdırap olacaktı.

Öyle de oldu…

Ruhum geri dönmedi. Beklemek, gözyaşlarımı iyice tenime kazıdı. Bedenim, çürümeyle tanıştı ve kendini hapsettiği ızdırabın içinde soldu gitti. Kalan parçaların arasından son bir cümle yükseldi havaya.

“Git…

Nadiye Durukan
Latest posts by Nadiye Durukan (see all)
Bu yazıyı oylar mısınız?
[Toplam: 4 Ortalama: 5]

Yazar

  • Nadiye Durukan

    Merhaba, ben Nadiye Durukan. 22 yaşındayım ve Giresun'da yaşıyorum. Hafız ve Kur'an kursu öğreticisiyim aynı zamanda açıköğretim bünyesinde İlahiyat bölümünü okuyorum. Yazmaya 14 yaşımda başladım. O zamanlar benim için ufak olan bir hayal TB Blog ile gerçeğe dönüştü. Yaklaşık 1 senedir TB Blog'ta yazıyorum. Şimdi ise hem yazar hem de editörüm. Yazmayı, okumayı ve keşfetmeyi seviyorum. 🙂

    View all posts

Nadiye Durukan

Merhaba, ben Nadiye Durukan. 22 yaşındayım ve Giresun'da yaşıyorum. Hafız ve Kur'an kursu öğreticisiyim aynı zamanda açıköğretim bünyesinde İlahiyat bölümünü okuyorum. Yazmaya 14 yaşımda başladım. O zamanlar benim için ufak olan bir hayal TB Blog ile gerçeğe dönüştü. Yaklaşık 1 senedir TB Blog'ta yazıyorum. Şimdi ise hem yazar hem de editörüm. Yazmayı, okumayı ve keşfetmeyi seviyorum. :)

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir