Gazze’de Bir Kız Çocuğu

Etrafımdan anlam veremediğim sesler geliyordu..

Annem bazen uzun uzun ağlıyor, bazen de babamla içine sığmayan heyecanını hissediyordum ama anlamıyordum. Bir gün aralarında konuşurken duydum, dünyaya gelmeme çok az kalmış, doğacağım için heyecanlılarmış. Ancak zaman zaman da endişelerini hissetmiyor da değildim.

Neden endişelendiklerini anlamıyordum ancak doğacağımı öğrenince ben de heyecanlanmıştım!.. Nasıl bir yere doğacaktım? Dünya nasıl bir yerdi? Merak etmeye başlamıştım bile.

Bir gece.. Sanırım sabah namazı vaktiydi.. Kendimi bildim bileli duyduğum o huzurlu ses, ezan sesiymiş..

Zaman zaman da korkutucu sesler duyduğumda annem bana “Korkma kızım, ben seninleyim..” der ve elini üzerime koyardı. Kendimi güvende hissederdim. Artık vakit gelmişti. Sabah dünyaya doğacaktım, her an sesini duyduğum annemin yüzünü görecektim..

Doğmuştum.. Bebekler doğarken ağlarmış, ben de ağlamıştım..

Konuşamıyor ama artık görüyorum ve konuşulanları hissediyordum. Mescid-i Aksa diye bir yer varmış, annemle babam orayı hiç görememiş, hep onun hasretiyle yanıp tutuşuyorlardı. Evimizde Aksa’nın ve özgürlüğün konuşulmadığı gün yoktu.

“Neden biz özgür değil miyiz?” Diye sorgulamaya başladım çocuk aklımla, biraz büyüdükten sonra öğrendim ki bizim Gazze’miz açık cezaeviymiş. Annemle babamın görmediği Aksa, bize çok yakınmış ama gitmeleri yasakmış..

8 yaşına gelmiştim..

Bizim evimizde herkes namaz kılıyordu, temizliğe çok önem veriyorduk ancak evimize işgalci askerler geliyor postallarıyla evimize girip her tarafı kirletip dağıtıp çıkıyordu. Onları bir kez gördüm ama çok korkmuştum. O yüzden onlar evimize geldiğinde annem beni hep saklıyordu.

Anneme günün birinde sordum: “Anne onlar kim, neden evimizde?”

“Kızım, onlar katil İsrail askerleri. Çok uzaklardan gelip şehrimizi işgal ettiler, şimdi de bizleri evimizden atmaya çalışıyorlar. Mescid-i Aksa’yı bunların yüzünden göremiyoruz!” Deyince daha fazla korktum ama annem babam yanımda olunca kendimi güvende hissediyordum.

Çocuktum ama Gazze’nin sokaklarında hiç oynayamıyordum. Televizyonlarda, sokaklarda oynayan çocukları görünce hep imrenirdim ama bizim sokaklarda oynamamız neredeyse imkansızdı. Sürekli o postallı askerleri görüyor, onlardan çok korkuyorduk.

Yine günün birinde ağabeyimle korka korka oyun oynadığımız sokağın az ilerisinde bir bomba patlattılar ve ortalık kan gölüne dönmüştü. Annemin “Zeyneepp ve Abdullaaahh” diye haykırışını asla unutmuyordum. Bize bir şey olmamıştı ama etrafımız kan gölüne dönmüş, birçok şehidimiz vardı. İşgalciler sokağın diğer ucunda bulunan camiye saldırmışlardı.

O günlerden sonra şehrin her tarafını Filistin bayrakları ile donatmıştık ancak babamdan öğrendim ki işgalciler onu da yasaklamıştı. Her tarafa karpuz resimleri çizilmeye başlamıştık. Karpuz renkleri Filistin’imizin bayrak renklerini bulundurduğu için kimse bir şey diyemiyordu.

Çok zoruma gidiyordu artık saldırılar artmış, işgalciler Gazze’yi iyice sarmıştı..

Gün geçtikçe birçok noktadan şehit haberleri almaya başlamıştık. 10 yaşındaki ağabeyim Abdullah bir gün bana “Gazze’de çocuklar büyümez Zeyneb’im..” demişti. İşte o gün daha iyi anlamıştım meselenin önemini. Annem, babam, dedem, kimse yanı başımızdaki Aksa’yı göremiyordu. Anlaşılan o ki bizimde görmemizi engellemek için, bizi yok etmek için ellerinden geleni yapacaklarından hiç şüphem yoktu.

Bu zorluklar bizi topraklarımızı ve dinimizi daha çok savunmaya sevkediyor, gayretimizi arttırıyordu. Hiç görmemiştim ama Mescid-i Aksa’nın bahçesinde oyun oynamayı, koşmayı çok istiyordum. Sanki oraya kavuşunca bütün sıkıntılarım geçecek gibi hissediyordum.

Yine saldırıların arttığı, evlerimize anlık işgallerin gerçekleştiği o günlerin sabahında ağabeyim Abdullah, önce kendi koluna kendi adını, sonra benim koluma adımı yazmıştı. Neden yazdın abi, diye sorunca “Kardeşim Zeynep, işgalcilerin nereye ne zaman saldıracağı belli değil. Eğer bir gün şehadet hepimize gelirse kimsesizler mezarlığına defnedilmeyelim. Zeynep’ im, anlaşılan o ki bu dünya bize fazla..” dedi ve sımsıkı sarılarak ağlamaya başladı.

Bu böyle gitmemeliydi,

Her gece, her sabah Rabbime “Ya Rabbi bizi yalnız bırakma! Ben çok küçüğüm, bize yardım et! Bizi, şehrimizi bu işgalcilerden kurtar. Bizi Mescid-i Aksa’ya kavuştur, bahçesinde oynamak istiyorum. Ne olur nasip et. Bizi yalnız bırakma…” diye dua ederdim.

İşgalcilerin saldırıları artmıştı.. Etrafı sürekli kan gölüne döndürüyorlardı. Şehitlerimiz artmıştı.

O günlerden sonra yine yatsı namazını kıldığımız bir gecede sokağın ucundan gelen tank seslerini duydum, işgalciler sokağın ucundan bombalayarak geliyordu. Her tarafı talan ediyorlar ve tüm mahalleyi yıkıp geçiriyorlardı. Elektrikler kesilmiş, etraf zifiri karanlıktı. Bir yanda korku, diğer yanda şehadet arzusu.. Daha çocuk yaşlarımda içime sinmişti. Anlamadığım sesler gittikçe bana yaklaşıyor ve bombanın verdiği yıkım sesleri ile bomba sesleri birbirine karışıyordu ki..

Etraf bir an da sessizleşti.

O her tarafı yıkan işgalci tankları bir anda sessizliğe gömülmüştü, anormal bir durum vardı. Bu sefer göklerden jetler geçmeye başlamıştı. Korkulu bir edayla kafamı pencereden dışarı çıkardım, gözlerime inanamadım! Helikopterden bulunduğumuz sokağa, elinde daha önce annemin çeyiz sandığında gördüğüm o bayrağı bulunduran askerler iniyordu.

Anneme günün birinde o zaman zaman öptüğü o bayrağı sormuştum, annem de bana “Bir gün bizi bu esaretten kurtaracak Osmanlı’nın bayrağı kızım. Onların olduğu her yerde huzur vardır, bir zamanlar onlarla huzurluyduk. Ben inanıyorum bir gün gelecekler, Türk beklenendir kızım..” sözlerini hatırladım ve heyecanlandım..

Helikopterden yapılan anonsla “Ana vatanınız Filistin’de güvendesiniz. Türkiye Cumhuriyeti’nden selam getirdik. Osmanlı’nın yadigarı Türk Silahlı Kuvvetleri ile güvendesiniz!” sözlerini duyunca mutluluktan göz yaşlarımı tutamamıştım..

Koşa koşa anneme gittim ve “Annee, annee o beklediğimiz bayraklı askerler geldi, Türkler geldi!” deyince evimizde adeta bayram havası oluştu. Ev hanesinin hepsi şükür secdesi ediyordu. Kısa sürede elektrikler gelmiş, insanlar sokaklara dökülmüştü.

Türk askerleri Filistin sokaklarındaydı. Şükür namazları kılıyor, Türk askerlerine sarılıyorduk.

Asker abi bana “Dile benden ne dilersen küçük kız..” diyip alnımdan öpünce “Beni Mescid-i Aksa’ya götürür müsün?” dedim. Akın akın Mescid- Aksa’ya giden insanları görünce heyecanım artmıştı, ilk kez görecektim..

Kudüs’e gelince heyecandan herkesin kalbi duracak gibiydi. Gün ağarmış Mescidi Aksa’dan ezanlar yükseliyordu, bir de baktım ki o fotoğrafını gördüğüm Kubbet-us Sahra’nın üzerine al bayrak vardı.

Mehmetcik Aksa’nın önüne toplanmış namaza hazırlanıyordu. Aksa’yı gören tüm gözler secdeye kapanıp gözyaşlarını tutamıyordu..

Doğduğumdan beri aşık olduğum Aksa’ya kavuşmuştum. Özlediğim Aksa artık bizimdi.. Şehrimize, memleketimize huzur gelmişti.

Bir gün gerçek olması duasıyla..

Ubeydullah Göktekin
Latest posts by Ubeydullah Göktekin (see all)
Bu yazıyı oylar mısınız?
[Toplam: 4 Ortalama: 5]

Yazar

Ubeydullah GÖKTEKİN

Ubeydullah GÖKTEKİN (Hep düşünür, bazen yazar..) TÜGVA Bulancak İlçe Temsilcisi

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir