Bir Çocuk Öldü

Bir çocuk öldü bugün, adını kimsenin bilmediği…

Kim bilir, belki bir kimliği bile yoktu ama öldü. Onun suçu değildi zulüm coğrafyasında dünyaya gelmek; ama zalimce ölüme mahkûm edildi. Bir savaşın, bir talanın ortasında, yoksulluğun kalbinde, açlığın, ayazın, hastalığın gölgesinde… Onun suçu değildi zulüm coğrafyasında dünyaya gözlerini açmak. Ama oydu, adaletsizliğin nam saldığı topraklarda ölüme mahkûm edilen.

Bir çocuk daha öldü bugün ve dünya dönmeye devam etti.

Kahveler içildi, fotoğraflar paylaşıldı, şarkılar dinlendi. Kimse durmadı, kimse bir an olsun nefesini tutmadı. Çünkü artık hiçbir şey, hiç kimseyi şaşırtmıyor. Hiçbir şey sarsmıyor bizi. Alıştık, tepkisizleştik.

 

Eskiden olsa bir kötü habere boğazımız düğümlenir, zalimlik yapana lanetler yağdırırdık. Şimdi aynı görüntüler, aynı haberler bütün platformlarda günde en az beş-on defa önümüze çıkıyor. Ama artık sadece kaydırıp geçiyoruz.

 

Çocuklar ölüyor. Kadınlar ölüyor. Diri diri yakılıyor, bombalar yağıyor… Ama biz sadece kaydırıyoruz.

 

Dünyada zuhur eden bütün zalimliklere bile bir kılıf buluyor, kalıba yerleştiriyoruz. “Onlar haklı, şunlar haksız, savaşı o değil bu başlattı” gibi cümlelerin arkasına sığınıp vicdan rahatlatıyoruz. Oysa hiçbir gerekçe, bir çocuğun canını hiçe sayacak kadar önemli olamazdı. Aynı şekilde “Benim elimden ne gelir ki, ben ne yapabilirim ki?” sözleri de bir o kadar acizliktir zannımca.

 

Ne zaman böyle olduk? Ne zaman karardı kalbimiz bu kadar? Bilinmez…

Fakat akıllı telefonların icadı, kullanmayı bilmeyen insanın aklını mı aldı? Ne dersiniz?

Tepkisizlik bir savunma mekanizmasıdır belki de… Kafasını deve kuşu misali ekrana gömen insanoğlunun. Belki de robotlar bizim yerimizi değil, biz robotların yerini alıyoruzdur. Nasıl fikir?

Düşününce pek de mantıksız değil gibi. Ya da şöyle diyelim, siz seçiniz hangisi daha korkunç? Koca bir dünyanın gözü önünde bombalar yağıyor, insanlar topluca yok ediliyor. Biz “Akşam ne izlesek?” diye düşünüyoruz, “Hafta sonu ne yapsak?” diyoruz.

 

Henüz dünyaya alışamamış bir bebek toprağa gömülüyor. Bombaların şiddetinden insanların bedenleri havalarda uçuşuyor, paramparça oluyor. Ve biz bunlara karşı tepkisiz, duyarsız, sessizce yaşayıp gidiyoruz.

Her şey o kadar ters, o kadar insafsız ki… Gözümüze uyku girmemesi gereken zamanlarda biz ayakta uyuyoruz. Alışıyoruz. Bu çok acı. Ve alışmak, unutmaktan daha da acı..

Çünkü unutan bir gün tekrar hatırlayabilir. Ama alışan biri duymaz, görmez, hissetmez.

 

Bir zamanlar sokakta üstü başı perişan birini görsek içimiz burkulur, üzülürdük. Şimdi yanından sadece sessizce geçip gidiyoruz. Başımızı öte yana çevirmeyi öğrendik.

“Ne zaman ‘Ben karışmayayım, bana ne?’ demek kolaylaştı bizlere?”

Bir annenin feryadı, bir çocuğun acı haykırışı, bir bombanın gürültüsü… Bunlar nasıl oldu da sadece bir arka plan sesi gibi gelmeye başladı bize?

 

Kıyamet alameti bekleyen Müslümanlar, dünyanın dört bir yanında asrın felaketleri yaşanıyor. Hâlâ alamet mi bekliyorsunuz?

Hâlâ “Ben ne yapabilirim ki?” mi diyorsunuz?

 

“Ben ne yapabilirim ki?”

İnsanoğlunun vicdanını susturmak için kullandığı en zarif kılıfı.

Oysa bir şey yapabilirdik.

En azından sessiz kalmayabilir, paylaşabilir, yazabilir, konuşabilirdik.

Bazen bir cümle yeterdi her şeyi anlatmaya.

Ama biz cümlelerimizi bile esirgedik.

Önce ben sustum, sonra sen, sonra onlar…

Sonra bütün dünya suskun bir cehenneme döndü.

 

Şimdi bir çocuk daha ölüyor.

Çocuklar ölüyor. Bir değil, belki binlercesi…

Sen bu satırları okuduğun anda bir yerde hayatlar sönüyor ve biz hâlâ normalmiş gibi, alıştığımız gibi yaşamaya devam ediyoruz.

Tepkisizce, robotlaşmış beyinlerimizle insanlığımızdan uzaklaştırılıyoruz.

 

Anlayamadık bu dünyaya geliş amacımızı.

İdrak edemedik.

İnsan olmak sadece yaşamak değil…

Bu dünyanın nimetlerinden faydalanıp, bir tatile gelmiş gibi tadını çıkarıp gitmek değil.

İnsan olmak, hissetmekti.

Başkasının acısına da bir nebze canı yanmak, mazluma el uzatmaktı.

Zalimin zulmüne boyun eğmek değil, zalimin zulmüne karşı, mazlumun yanında yer almaktı.

Çocuklar ölürken vicdanını susturmaya çalışmak değil, bütün dünyanın duyacağı çığlıklar atmaktı.

 

İnsan olmak;

Vicdanlıca,onurluca,merhametlice, yaşamaktı.

Biz bunu kaybettik.

Elimizde bir kuru can kaldı;

Ruhtan, kalpten, vicdandan yoksun…

Bu yazıyı oylar mısınız?
[Toplam: 3 Ortalama: 5]

Yazar

  • Zehra AYDIN

    Merhabalar, Ben Zehra Aydın. 31 yaşındayım. Sosyal Hizmetler Danışmanlık mezunuyum. Edebiyata olan ilgisi bambaşka boyutlarda olan bir öğrenci ve içinde yazmak hep hasret kalmış bir çocuğun büyümüş haliyim... Yazmak hayaliyle yaşamış ve yaşayan bir birey olarak hayatıma devam ediyorum. TB Blog'ta yazmak ise benim için bu hayali gerçekleştirme yolunda kaçınılmaz bir fırsattı. Umarım burda başlayan yolculuğumuz uzun yıllar daha güzel işlerde ve daha güzel yerlerde devam eder. Saygılarımla...

Zehra AYDIN

Merhabalar, Ben Zehra Aydın. 31 yaşındayım. Sosyal Hizmetler Danışmanlık mezunuyum. Edebiyata olan ilgisi bambaşka boyutlarda olan bir öğrenci ve içinde yazmak hep hasret kalmış bir çocuğun büyümüş haliyim... Yazmak hayaliyle yaşamış ve yaşayan bir birey olarak hayatıma devam ediyorum. TB Blog'ta yazmak ise benim için bu hayali gerçekleştirme yolunda kaçınılmaz bir fırsattı. Umarım burda başlayan yolculuğumuz uzun yıllar daha güzel işlerde ve daha güzel yerlerde devam eder. Saygılarımla...

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir