Yalnızlık Çukurunda Bir Işık Bulutu
Düşünmeden edemiyorum bir türlü; bu koca yalnızlığın neresindeyim? Bu yalnızlık beni neden yutmuyor da apaçık ortada bırakıyor? Sanki yalnızlığımı tüm dünyaya göstermek ister gibi… Benimle dalga geçer gibi…
Neden tüm seslerden uzak bir gürültüyüm? Ben de içlerine katılsam olmaz mıydı? Belki de benim gürültüm, onlarla birlikte sakin bir melodi olacaktı. Yalnızlığımın ahengini yakalayacaktım belki de…
Düşüncenin akışını bozan bir paragraf gibi o kadar aşikarım ki.. Yalnızlık çukurunda kocaman bir ışık bulutuyum adeta. Kimse yanıma yanaşmıyor. Yalnızlıklarına ortak etmiyorlar beni. Yalnızlığım, kendi ördüğüm demir parmaklıklar ardına hapsoluyor iyice. Yanıma yanaşmamalarına rağmen kendimi korumaya çalışıyorum. “Hem belki böylece gizlerim kendimi bu çukurda. Ben de her yalnız gibi görünmez olurum.”
Olmuyor..
Dibe batmak istedikçe daha da yükseliyorum. O koca ışık bulutu daha da parlak bir hale geliyor. Sanki çıktığı yerden herkese haykırır gibi. “Bakın, en yalnızınız benim!” der gibi.
Utanç verici..
Zaman sonra yaydığım ışıkla birlikte düşmeye başlıyorum. Soluk yalnızlıklardan geçiyorum. Işığı gören kafasını çeviriyor. Ben ise karanlığa doğru ilerliyorum. İlerledikçe ışığım zayıflıyor. Bir tebessüm konuyor dudaklarıma. “Sonunda..” Sesim karanlık yalnızlıklarda yankılanıyor. Düşmeye devam ediyorum, ta ki ışığım sönüp kendimi zifiri karanlığa bırakana kadar.
Demir parmaklıklarım hala benimle. Onları çözmek istiyorum çünkü artık yalnızlığımda sadece ben varım. Yalnızlığımı gizlemek zorunda değilim…
Ne var ki kendi yaptığım parmaklıklar açılmıyor. Yalnızlığımda özgür olmak için kendimi kapattığım yerde, şimdi yalnızlığımla esir oluyorum. Uğraşlarımın sonucu boşa çıkıyor. Pes edip bırakıyorum parmaklıkları. Bir gülümseme alıyor sonra sebepsiz. Gülümserken dudaklarım aralanıyor. Sesim yankılanmıyor bu sefer.
“En azından, artık parlak bir yalnızlık değilim…”