Topkapı Sarayı
Topkapı Sarayı’ na gitmek için çıktığınız yolda Fatih ilçesine adım attığınız an kadim tarihimizin ruhunu hissedebilirsiniz. Bu sokaklarda yürümek insana tuhaf bir heyecan verir. Hatta gezinirken karşılaştığınız birilerinin sizi turist sanması oldukça muhtemeldir.
Saraya vardığınızda ilk olarak Bâb- ı Hümayun kapısı ile karşılaşırsınız. Saltanat kapısı olan bu kapı sarayın dışarıya açılan en büyük kapısıdır. İçeriye girdiğinizde ikinci avluda yani alay meydanında bulunursunuz. Fakat Topkapı Sarayı’ nın içine girmek o kadar kolay değildir.
Burası Birun, yani dış saray bölümüdür. Bu yer halkın ve devlet görevlilerinin çeşitli amaçlar doğrultusunda kullandığı aynı zamanda yeniçerilerin sarayın dış güvenliğini sağladığı bir yerdi. Şimdiye döndüğümüz de ise müze olarak kullanılan o dönemin hizmet binalarını ve turistleri görmeniz muhtemeldir. Hatta 29 Mayıs, İstanbul’ un fethinin yıl dönümü, gibi günlerde giderseniz turistlerle hoş sohbetlerde bulunabilirsiniz. Çünkü o kalabalıkta kaybolmamak bir marifettir.
Birinci avluyu gezmeyi bitirdiğinizde ikinci avluya geçmek isteyeceğinize eminim. Çünkü ulu Bâbüsselam kapısı gözlerinize takılacak. Bu kapının bir köşesinde sadece dikkatli bakıldığında görülebilen ustasının imzası vardır. İkinci avluya girdiğinizde ilk olarak Kubbealtı’ na uğrayabilirsiniz. Burası divan toplantılarının yapıldığı yerdi.
Gezerken hayal edeceksiniz ama dikkat edin divana padişahı da katmayın. Çünkü padişah bizzat orada bulunmazdı, divandan haberdar olmak için görevlendirdikleri olurdu. Bunun sebebini siz uzun uzun yorumlayabilirsiniz lâkin ben sadece şunu derim: “Daha ikinci avludayız. ”
Böyle , devletin merkezi konumunda olan ve her türlü insanın uğrayabildiği bir yerde padişahı görmek tabiki de bu kadar olanaklı değildir. Mutfaklar bölümüne girdiğinizde ise kocaman kazanlar ve türlü türlü porselenlerle karşılaşırsınız. Abartısız söylüyorum ki şimdiki sanatta görmediğin yaratıcılığı o porselenlerde görmüştüm. Üstelik insanlar bu porselenleri gündelik hayatlarında kullanıyorlardı.
Bunların yanı sıra Topkapı Sarayı’ nda harem denilen sadece padişahın ailesinin, cariyelerinin ve hizmetçilerinin girebildiği kadınlara özel bir bölüm de vardı. Öyle ki Güneş bile dişi olmasaydı hareme giremezdi, denilmekteydi. Fakat dıştan bakılınca çok huzurlu görünen bu bölümün içerisinde haksızlıkların ve entrikaların kol gezdiğini söylemeden edemeyeceğim. İ
kinci avludan üçüncü avluya geçerken ise Bâbüssade’ den geçersiniz. Adını saadet kelimesinden almıştır. İşte bu kapı padişahı görebileceğiniz eşiktir. Çünkü saadet kapısından içeriye öyle herkes giremez. Artık Enderun yani sarayın iç kısmı olan bölümlerden birindesiniz. Buraya da meşhur Enderun Mektebi bulunduğu için Enderun avlusu denildiğini tahmin edebilirsiniz.
Bu avluda kutsal emanetlerin saklandığı has oda bulunur. Buraya geldiğinizde girmek için başınızı örtmeniz gerekir. Hatta başta turistlerin bile yüksek mertebedeki saygılarından dolayı başlarını örttüklerini düşünebilirsiniz fakat oraya girmek için örtünmek zaten zorunludur.
Has odanın içerisinde aynı zamanda ne zaman girerseniz girin canlı bir Kur’an tilaveti dinlersiniz. Topkapı Sarayı o kadar büyük bir tarihi barındıran bir yapıdır ki birinci avluda karşılaştığınız Osmanlı eserleri dördüncü avluya geldiğinizde yerini Batı’ dan esinlenilmiş eşyalara bırakıyor.
Bu avlu daha çok bahçeler, köşkler ve seyir teraslarından oluşuyor. O zamanki insanların saat kaç denildiğinde bakacakları bir kol saatleri yoktur elbet. Fakat bakacakları bir Güneş Saati vardı. Günümüzde ise Güneş saatine bakmak serbesttir. Saati okumak söz konusu olduğunda ise her yiğidin harcı değil diyebilirim.
Dördüncü avluya kadar geldiğinizde Marmara Denizi’ nin muazzam manzarası karşısında üç seçeneğiniz oluyor. Bu manzara karşısında fotoğraf çekilmek yahut bu manzara karşısında derin düşüncelere dalmak. Üçüncü seçenek mi, o da tabii ki vakti bol olan için her ikisini de yapmak.