MAX WEBER VE HUKUKİ MODERNLEŞME

1. Giriş

Erken dönem düşünürler, Protestanlık gibi bir mezheple karşılaşsaydı belki Machiavelli bile paganlığa ihtiyaç duymayacaktı. Ancak biliriz ki her varlığın kâinatta bir rolü vardır ve erken dönemlerin rolleri de Rönesans ve Reformasyon sürecini başlatmış olmalarıdır.

Devrimler Çağı’nın hemen ardından Avrupa’da başlayan yükseliş, bugünkü halini elbette bir şeye borçludur. Birçok sosyolog gibi tarihçilerde bu yükselişi aklın bir ürünü olarak, akılcılığın başarası olarak kabul eder, ne de olsa bilim için akılcılık daha yatkındır. Bugün var olan dünyayı anlamak için, sıkça tarihte yolculuğa çıkarız. Nihal Atsız’ın sözüne göre, hakikati bulmak için toprağı eşmek gerekir, tarihte buluşmak, tarihle yoğunlaşmak gerekir. Çünkü tarihsellik bize bugünü hazırlar… Max Weber’i, onun tefekkürünü, modern algısını ve modern hukuk tefekkürünü ele alacağımız bu yazıda, Weber’den evvel onu Akılcılığın savunucusu haline getiren dünyayı yaratmalıyız, Weber’e doğup gelişebileceği bir ortam vermeliyiz.

Avrupa, Orta çağın ölü toprağını üstünden, Rönesans ve Reformasyon ile atmıştır. Elbette, bu süreci hazırlayan birçok insanın varlığı gibi bu süreçte yeni bir toplum hazırlamıştır. Yeni bir Batı… Artık doğudan gelen Türk akınlarının bir anlam ifade etmeyeceğini idrak eden Batı, bu idraki bir farkındalığa borçluydu. Benim değerlendirmem, bilhassa Max Weber’in o alana yoğunlaşmasının vesile olduğu değerlendirmem, Katolik kilisesine Protestanlığı ortak etmeleridir. Belki sığ ve tek bir örneklendirme olacak ancak Katolik Kilisesinin sattığı arsalar yerine, Protestanlığın çalışın emri özellikle haçlı seferlerinde Batıyı galip getirmişti, eğer bu seferler sömürge seferi diye anılmayacaksa. Bu emir, insanı sekülerleştirmiş, ahiretten uzak dünyaya yakın bir konumda tutmuştur. Protestanlar için çalışmak, tanrının en büyük emirlerinden biriydi ve bu modern Batı’nın oluşmasında ciddi maddi kaynaklar yaratmıştı. Akla dayalı yükselişin en önemli basamağı Protestanlık olmuştur ve Batı’nın yükselişi bir mezhep değişimiyle başlamıştır. Akılcılığın yükselişi, birçok alanda, sanayiden tekniğe, bilimden lisana, mektepten bürokrasiye, Batı devletlerinde bir hareketlenme başlatmıştır. Bilimsel çalışmaların artması, siyasi otoritelerin güçlenmesi ve yeni yönetim tarzlarının keşfi ile modern dünyanın bütün taşları oluşmaya başlamıştır. Etik ve değerler, medeniyet meselesi, ontolojik sorgulamalar akıl çağının gereklerine uygun bir hali kabul etmiş, bu kabulü yeni nesillere miras bırakmıştır. Tüm çağların muazzez gücü para, tahmin edilemez bir konuma ulaşmak üzere bu devirde yerini almıştır. Sanayileşmeyi arzulayan daha çok para hırsı, sanayileşmeyi getirmiştir ve modern dünyanın kolaylıkları birer birer patent kurumu kayıtlarına işlenmiştir. Böyle bir dünyaya göz açan Max Weber, daha modern bir dünyayı oluşturmak fikriyle yanıp tutuşuyordu. Çünkü henüz kapitalizm tüm dünyada zirveye ulaşmamıştı.

 

1.      Max Weber ve Biyografik Satırlar

1864-1920

Almanya’nın Erfurt kentinde dünyaya gelen Max Weber, Prusya eliti bir babaya ve Protestan, hümanist bir anneye sahipti. Bulunduğu dönemdeki memleketi Prusya, modern ve güçlü bir imparatorluk olma yolunda ilerleyen, Avrupa’da etkin bir güç olarak karşımıza çıkan bir ülkeydi. Genç yaşında politikaya, felsefeye, tarihe kısacası sosyal bilimlere ilgi duymaya başlamıştı. Yine genç yaşlarında eserler veren Weber’in görüşlerinde ailesinden gelen modern yaşantı ve annesinden gelen dini etkinin çekişmesi eserlerine de yansımıştır. Weber, üniversite eğitimini hukuk alanında tamamlamış ve sonrasında akademide hizmet vermeye başlamıştır. Bununla birlikte Weber’in Siyasal bakış açısı, yayılmacı Alman devlet felsefesinin emrinde olmuş ve Führerci bir yapıya kadar giden bu tutum bilimsel kimliğinde zaman zaman ortaya çıkan otoriter yapıyla eserleri üzerinde gölgeler bırakmıştır.1 Özellikle ekonomi alanındaki incelemeleri ve çağının sorunlarıyla doğrudan ilgileniyor oluşu onu sosyolojik prensipte Emil Durkheim ve Karl Marx ile paylaştığı tahtına oturtmuştur. O hayattayken basılan Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu adlı çalışması bu prensipte başucu olarak kabul edilen kitaplar listesinde yerini almıştır.

2.      Modern Olmak

Modernliğin bilimi sosyolojide bu alanı eserlerinde sıkça değerlendiren isimlerden biri olan Max Weber modernliği akılcılaşmak kavramıyla birlikte sunmuştur. Hatta bunun dışında modernlik Max Weber’in literatüründe mümkün değildir diyebiliriz. Weber, aydınlanmacı, rasyonalist, pozitivist ve evrimci sosyologların aksine modernliğe kötümser bakmış, modernliğin eleştirel bir değerlendirmesini yapmıştır.2

Weber’in düşüncesinde akılcılaşma temelde batı hayat tarzıyla bütünleşmektedir. Akılcılaşma, önce Batı insanıyla karşılaşmıştır, Batı insanı ile bir mücadele içine girmiştir. Weber’in düşüncesine göre Akılcılaşma galip gelmiş ve bu galibiyetle birlikte dünya sonu gelmez bir yeniliğin içinde büyüsünü kaybetmeye başlamıştır. Akılcılığın gereklilikleri Weber tefekküründe seküler bir biçimi ifade eder, zaten aklı olan gözünün gördüğü için mücadele eder bilinci hasıl olmuştur diyebiliriz. Dünyevileşmenin büyüsü, bütün büyüleri ortadan kaldırmıştır ve değerlere, idelere ve geleneksele olan bağlılık çözülmeye başlamıştır. Protestanlığın tanrısıyla başlayan bu mücadele o tanrıyı da dünyadan kovmuş ve uluhiyet tahtına akıl oturmuştur. Weber’e göre değerlerden ve idelerden uzaklaştırılmış bir dünyada bireyin elinde yalnızca akılcı düşüncenin soğuk iskeleti kalmıştır3 Elbette akılcılık, tek bir cihetten bakılacak yahut insanlığa tek bir cihetten el uzatacak bir düşünce değildir. Bir taraftan entelektüel birikimi arttıran, bilimsel gelişmeleri yönlendiren ve genel tasavvura göre refahı sunan bir yanı diğer taraftan ise olumsuzluğun tam göbeğinde duran tatsız-tuzsuz bir dünya, büyüden arındırılmış bir dünya oluşturan yanı vardır. Weber yalnız sosyolojide değil ilgilendiği tüm alanlara akılcılık penceresiyle bakmıştır. Siyaset düşüncesi, tarih yorumları, felsefi sorguları da sosyolojik çalışmaları gibi akılcılık penceresi etrafında oluşmuştur, çünkü modernite yalnız aklın üstün tutulmasıyla mümkündür. Weber’in sıkça tekrarladığı büyünün yitirilmesi durumu, akılcılaşmanın en temel başarısıdır. Bilimle ilişkili olması dolayısıyla dünyanın büyüsünü çözmesi Weber’in ilgisini çekmiştir. Weber’in çalışmaları rasyonel olduğu kadar realiteden beslenir ve özellikle ekonomik temelli yaklaşımlar, bürokrasi ve modern hukuk düşüncesi bu realiteyi destekler niteliktedir. Weber, klasik sosyologlar gibi evrim düşüncesinin kalıplarıyla konuşmamış, Avrupa toplumunun modernleşmesini tarihsel bir süreçle birlikte ele alıp rasyonellik ilkesi bağlantısında incelemiştir.

3.      Hukuk’ un Serüveni ve Weber

Tarihte insanlık ve hukuk paralel düzeyde gelişim göstermiş ve ‘’modernize olma’’ serüvenlerindeki bağ çeşitli koşul ve iletişimle güçlenmiştir. Weber’ e göre hukuk, geliştirip rasyonalize etme olayıdır. Bu bağlamda Weber’in hukuk ile alakalı modernlik tanımı belli aşamaların ardından ulaşılan bir durumdur ve insanlığın tarihteki serüveninin bir sonucudur.

İnsan sosyal bir varlıktır. İnsanlar, bir araya gelerek kendilerine sosyal bir yapı oluşturmuşlardır. Bu sosyal yapıyı düzene sokmak maksadıyla kendi kendilerine oluşturdukları yapıyı, kanunlar vasıtasıyla koruma altına almışlardır. Neolitik dönemlerden beri önümüze çıkan bu düzen kurma ve düzeni koruma çabasının bir parçası olan hukuk, insanlığın sosyal gelişimine ayak uydurarak günümüze kadar gelişerek gelmiştir. İnsanlığın küçük kabileler halinde yaşadığı dönemlerden, tarım ve yerleşik hayata evirilmesi süresinde sosyal yapının güçlenmesi ve birlikte yaşayan nüfusun artması ile düzen arayışında olan insanlığın ilk hukuki otoriteleri ortaya çıkmaya başlamıştır.

İnsan gözlem yeteneği üst düzeyde olan bir varlıktır. İnsanlık tarihinin ilk evrelerinde içinde yaşadıkları doğaya olan gözlemleri, afetler, hayvanlar, bitkiler gibi çevrelerinde olan olay ve varlıklara merakla ve hayretle bakışları, doğadan etkilenmelerine sebep olarak bu çeşit olay ve varlıklara ilahi anlam yüklemeleriyle ilk dini inançlar ortaya çıkmış ve insan topluluklarının hayatına girmiştir. Zamanla yazının icadı ile değişik şekilde değişik yerlerde hukuk kodifikasyonları başlamıştır. İnsanların dini inancı ve insanların bireysel aksiyonlarının sosyal olaylara ve bir olguya dönüşmesi ve bunun akabinde bu olgulara uygun davranması sonucu hukuk alanına dini kurallar haricinde örf ve adet kuralları da insan yaşantısında yer teşkil etmeye başlamıştır. Weber’ e göre bu hukuki serüvenin ilk etabı aynı zamanda hukuk rasyonalizasyonunun ilk evresidir. Weber’ e göre ilkel toplumlarda hukuk ilahi bir görünüm içindeydi Büyücü, Falcı, peygamber gibi karizmatik otoriteler hukuk üstünde etkiliydi ve hukukun temelinde ilahi güç yatmaktaydı, ritüellerin ve şekilci uygulamaların önemi yüksekti, bu karizmatik hukuk döneminde uygulamalar keyfi ve irrasyoneldi. Yine Weber’ e göre dini uygulamaya ardından örf ve adetlerin eklenmesi ilk rasyonalizasyondur bunu da Weber, tepkileri ortadan kaldırmak isteyen hukuk yaratıcıları kendilerine danışman buldular çünkü toplumdaki örf ve adetleri kavramak çok önemliydi. Bu dönemi geleneğe bağlı hukuk dönemi olarak adlandırabiliriz4 .

Zamanla şehir devletlerinin ortaya çıkması daha fazla insanın bir araya gelmesine sebebiyet vermiştir, düzensiz ve kalabalıklaşan insan toplulukları daima karışıklık ve problem yaşamaya elverişli olması, artık bu toplulukların düzen ihtiyacını karşılamada paganik uygulamalar, örf ve adetler yetersiz kalmaya başlamıştır. Bu şehir devletlerinin birbirlerine hâkim olmalarıyla ortaya çıkan imparatorluklar, daha geniş alanlara yayılmış toplulukları idare etmek için var olan hukuklarını geliştirmeye devam ettiler. Bu süreçte artık bürokrasinin yeri hukuk yaratma ve işletmede yerini almaya başlamıştır. Rasyonellik bu süreçte kendini iyice belli eder. Bu duruma en belirgin örneklerden, Roma Hukukunu örnek olarak gösterebiliriz. Weber’ in Akılcılaşmanın, Batı hayat tarzının temel niteliklerini sunmak olarak5 nitelediğini düşünürsek, sözünü ettiği Batı’nın hukukunun temelini oluşturmaktadır. Weber hukukun tarihe ayak uydurması sürecindeki bu kısmı şöyle açıklamaktadır; Bu aşamada yöneticiler ekonomik, sosyal ve etik dengeyi toplum içinde yerleştirme maksadıyla uzman kişi ve grupları devreye soktular. Hukuka ölçütler arandı. Orta Çağ’da bu ölçüt Hristiyan ilkeler, daha sonra ise doğal hukuk, yani adalet değeriydi. Bu da bir rasyonalizasyon aşamasıdır.6

Bu aşama Batıda olduğu gibi Doğuda da yaşanmaktaydı. Diğer Semavi dinler gibi, Doğuda ortaya çıkan Türkistan, Balkanlar, Orta Doğu, Kafkaslar, Kuzey Afrika, Güney Doğu Asya gibi bölgelerde nüfuzunu hızla arttıran İslam dininin emir ve yasakları da o toplulukların o aşamadaki ölçütü olmuştur. Dönemin en güçlü imparatorluğu diyebileceğimiz ve İslam dininin yöneticisi olarak ortaya çıkmaya başlayan Osmanlı İmparatorluğunun büyük Kayzeri II. Mehmet’ in kendi devletinin imparatorluğa geçiş döneminde çıkarttığı Kanunname-i Âli Osman’ dan Tanzimat dönemi reformlara ve Batıdan hukuk iktibaslarının başlamasına değin geçen dönem de bu aşamanın en bariz örnekleri arasında sayılmaktadır. Nitekim bu dönemde yaşanan Avrupa’daki Rönesans ve Reform hareketleri sonucu ortaya çıkan durum Weberin son aşama olarak nitelendiği ortama dönüşmektedir. Weber son aşamayı şöyle anlatmıştır; Hukuk uzmanlar aracılığıyla gerçekleştirilen ve belli bir sistemi ortaya koyan kurallar biçiminde görünüm kazandı. Bu profesyonel uzmanlar maddi gerçeklikle, hukuk mantığı arasında uyum kurma ortamını araştırırlar. Bu son dördüncü aşamaya XVIII. Yüzyılda gelinmiştir, ancak henüz tam bir denge  sağlanamamıştır.  Amaç  sosyal  dengeyi,  çıkarlar  dengesini korumaktır. Denge olunca kuşkusuz işin içine doğal hukuk girmektedir.7 Batının, dünyanın geri kalanına nazaran fark atarak kendi hukuki gelişimlerinin ivme kazanması yeni dünyada oyun kurucu nitelikte olmasına olanak sağlamıştır.

Çağ modern çağa yaklaştıkça insanlar “yeni” diye ifade edebileceğimiz keşifler ve buluşlar yapmıştır. Ve bu yenilik, yeni bir hukuka ihtiyaç duymuştur. Hukuk kürsüsünün ürettiği cevaplar rasyonel hukuku yani modern hukuku oluşturmuştur. Sosyolojik olarak ele aldığımızda, Reformasyondan sonra Batı’nın kilisenin tahakkümünü üzerinden atışı bir halk hareketi olarak nitelendirilebilir ve bu hareket akıl çağı dediğimiz modern çağa yönelişi yine toplumun desteği ve mücadelesiyle göstermiştir. Orta Çağ’ın ölü toprağını üzerinden atan batı, birçok alanda yükselişe devrimler çağında geçmiştir. Bu yükseliş yüksek bir hukuk zümresine ihtiyaç duymuştur ve Batı’nın bu ihtiyacına cevap verecek hukuk zümresi rasyonel hukuk olmuştur.

4.      Otorite ve Weber

Tarihte insanlığın serüveninde farklı yerlerde farklı farklı otoriteler ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Farklı kaynaklardan meşruiyet alan bu otoriteler kanun yaratıcı, düzenleyici ve işletici rolünde olmuştur. Modern dünyada, Avrupa’da parlamaya başlayan kapitalizm, kendini geliştirmek için güvende olduğu bir ortama ihtiyaç duymuş ve gelişen otoriteler hukuklarını bu ihtiyaca yönelik modernleştirmişlerdir.

Weber kendi gözlemlerinde bu otorite tiplerini üçe ayırmıştır. Bu otorite tipleri ‘’yasal-ussal’’, ‘’gelenesel’’ ve ‘’karizmatik’’ otoritelerdir. Bu otorite tiplerini örneklendirmek istersek, geleneksel otoriteye, feodal derebeyliklerde ve eski düzen krallıkları (ancien regime) denilen krallıklarda rastlamaktayız. Yasal-ussal otorite, batıda, Amerikan ve Fransız devrimlerinden sonra kurulan demokratik-liberal devletlerde görülen otorite tipi olup, çağdaş komünist devletlerde bulunan otorite de budur. Karizmasal otorite ise kişi olarak, şefin yüceltilmesi üzerine kurulmuş olan diktatörlüklerde ortaya çıkar ve çağdaş faşizmlerde görülür8

Weber’e göre kapitalizmin ihtiyaç duyduğu otorite kurumsallaşmış kişiler üstü otoritedir. Bu otorite yasal-ussal otoritedir. Yasal-Ussal Meşruiyet veya otorite tipi, Weber’e göre normatif kuralların meşruluğu ve bu yasalara göre egemenlik konumuna getirilenlerin, emir verme hakkı olduğu inancına dayalıdır ve rasyonel bir temele sahiptir9 Bu otorite tipine göre astın üstten aldığı emir yasaların emir ve yasaklarına uygun olmaktadır. Çünkü bu otoriteye göre kişiler gelip geçicidir sadece sistemin doğru şekilde işlemesini sağlayan memurlardır. Weber’e göre ona çağdaş olan iktidarlar genel olarak bu tiptedirler. Ayrıca günümüze baktığımızda liberal olarak nitelendirebileceğimiz ülkelerin yönetimlerinde bu durumu görmekteyiz. Günümüz Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri bu durumun en belirgin örneklerindendir. Bu otorite tipindeki en önemli husus, otoritede yönetim insan tekelinden kurtularak insanüstü bir seviyeye gelmesidir.

Yasal-ussal otoritede Weber’ e göre artık hukuk en güncel halini almış, rasyonel bir idare ile kendi kontrolündeki kesimi idare etmekte ve küreselleşen dünyadaki herkese hitap ederek güven ortamı yaratmakta buna bağlı olarak kapitalizme güven sağlamaktadır.

Kişiler üstü duruma gelmiş yasal-ussal otoriteye zıt denecek karizmsal otorite tamamen kişiye bağlanmış durumdadır. Otoritenin her hareketi, hukuk yaratıcılığı, düzenleyiciliği, işletmesi, tamamen kişi elindedir. Weber’ e göre Karizmatik otorite veya meşruiyet, bir bireyin istisna kutsallığına, kahramanlığına, örnek özelliklerine ya da onun tarafından açıklanan veya emredilen normatif kalıpların ya da emrin kutsallığına olan bağlılığa dayalıdır10 Bu bağlamda karizmatik yöneticilerin otoritesi olan bu otorite tipinde rasyonellikten çok ruhsal dünya ve hisler ön plandadır. Peygamber, şeyh, evliya, pirlerin otoritesidir. Keyfiliğin, irrasyonalitenin olduğu, yönetimin kişiye bağlandığı bu otorite ilkel bir yapıya sahiptir. Özellikle istikrarın sürekliliğinin mümkünatı oldukça zordur. Bu tip otoriteyi faşist yönetimler, diktatörlükler ve teolojik yönetimlerde görebiliriz.

Weber’in sınıflandırmasındaki bir diğer otorite tipi geleneksel otoritedir ki bu otoritenin örneklerinin ne kadar çok olduğunu anlamak için tarihe göz atmamız yeterli olacaktır.

Geleneksel Meşruiyet veya otorite tipi, Weber’e göre, çok eski zamanlardan beri süregelen geleneklerin kutsallığına ve bu geleneklere göre gücü kullananların meşruluğuna olan yerleşik inanca dayalıdır11 Bu tipteki otoritede hükmetme yetkisine dair öne sürdüğü meşruiyet geçmişten gelen bir kutsallık ve kurallara dayanır. Geleneksel normlarla otorite yetkisi verilir. Kısacası geleneksel otoritede olay. Kalan mirası sürdürmedir. En belirgin örnekler olarak Monarşi ve Feodal yönetimi gösterebiliriz. Günümüzde dahi Suudi Arabistan gibi ülkelerde devam etmekte olan bu otorite şekline kendi tarihimizde de Türk yöneticilerin ‘’Kut’’ inancı ile eskiden beri süregelen, tanrısal bir meşruiyetin hükümdara geçmesi olarak görebiliriz. Bu tip otoritede geleneksel kurallara göre iktidara gelen yöneticiler yine bu mirası geleneksel kurallara göre devreder.

5.      Modern Hukuk ve Ekonomi ilişkisine Weber’ in Bakışı

İnsanlık ve Hukuk’un tarihteki serüveninde Hukuk kendini geliştirirken, kanun koyucular sadece topluluk düzenlerini dikkate almadılar. İnsanlığın ticareti ve zenginleşme gayreti de göz önüne alındı. Tarihte, insanlığın zenginleşme hırsının bireyler arasında temel his halini alması durumu insanoğlunun yeni teknikler geliştirmesine sebep olmuştur. Şüphesiz ki eski çağlarda takasla başlayan bu sistem paranın icadıyla seviye atlayarak bir ticaret mantığının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Neolitik dönemin tarım ve hayvancılığa dayalı üretim sistemi insanoğluna yetmemiş olacak ki, insanoğlu zenginlikleri arttırmanın yolunu zenginlikleri paylaşmakla bulmuştur. Ticaretin rotalarının çizildiği, para ile yapıldığı, ticaret kervanlarının yola koyulduğu zamanlardan beri otoriteler bu etkinliği korumanın yollarını aramışlardır.

İpek yolundan Anadolu’ nun çeşitli yerlerine ulaşan kervansaraylar, deniz ve karada bulunan ticaret rotaları için yapılan savaşlar, ticaretin kendilerine zenginlik getireceğini bilen otoritelerin kendi içlerinde ticaret hacmini arttırma ve ticareti üzerine çekme istek ve amacının sonuçlarıdır.

Orta Çağda ipek ve baharat ticaret yolları Doğu’nun Müslüman imparatorluklarının hükmü altında bulunmaktaydı. Zengin ve güçlü olan Altın Orda ve Osmanlı gibi imparatorluklar bu güçlerini Batı üstünde kullanması ile Orta Çağın karanlığında kıvranan Batı’nın iyice köşeye sıkışması, Doğu’ nun elinden alınamayan ticari zenginliği Batı’ yı yeni ticaret yolları aramaya iterken yeni ticaret ve üretim teknikleri ortaya çıkarmaya itti. Yine Orta Çağın karanlığından Reform sancılarıyla ortaya çıkan ve Batı’ nın maneviyatı olan Hristiyanlığa bir kor gibi düşen Protestanlık, Batı’ nın kendine zenginlik çıkarmasına başlamasına bir basamak olacak nitelikteydi.

Modern Batı’ nın kalbinde yetişen Weber, Protestanlığı benimsemesi ve bu dini görüşü yıldızı yeni parlayan kapitalizm ile bağdaştırması hatta kapitalizmin ruhunun Protestanlıkla bağlı olduğu düşüncesini önümüze çıkarmaktadır.

Weber’in din, ekonomi ve yönetim arasında ilişki olduğu görüşündedir. Hukuk ve Otorite, Ekonomiyi etkilemektedir ve Hukuk’ un temeli dine dayanmaktadır. Başka bir anlatımla kapitalizmin doğması için belli bir hukuk ve din anlayışı gerekmektedir. Ona göre özellikle Batı uygarlıklarının biçimlenmesinde din olgusu büyük önem taşımaktadır.12 Weber kapitalist ve Protestanlık ruhunu şöyle benzeştirmektedir; Kapitalizmin ruhunda çalışma ve sorumluluk vardır. Bireysel değer ve erdemin kaynağı ciddi ve sağlam çalışmadır. Bu, az çalışıp çok kazanmak isteyen bireysel psikolojiye ters düşer.13 Weber’ e göre Protestanlık ruhuna sahip Batı toplumu ‘’kapitalist modern toplum’’ dur. Weber’ in çalışmaları, merkezî bürokratik bir devlet etrafında örgütlenmiş kapitalist modern toplumun çözümlemesine yöneliktir. Bu çözümlemede Weber, modern kapitalist toplumların en temel özelliğini “rasyonelleşme” olarak teşhis eder14 Bu rasyonelleşme modern hukuka sahip olan memleketlerde tamamlanmıştır. Kapitalizm, rasyonelleşmiş Hukuk sistemlerinde güvence altındadır. Kapitalizm yeni ortaya çıkardığı sorunlar ile bunların çözümü Hukuk’ u rasyonelleştirirken, rasyonelleşen Hukuk da kapitalizmin korumasını arttırmıştır. Örneğin “Uzmanlaşmış hukuk bilgisine artan ihtiyaç, profesyonel avukatı ortaya çıkardı.”15 Bu talep, hukuk eğitiminin de rasyonelleşmesini hızlandırmıştır.16

Bu aşamayı aşamayan Doğu toplumları ise zamanla geri kalmıştır. Bu durumun nedeni, yukarda bahsedilen Ekonomi, Din, Hukuk ve Otorite arasındaki bağlantıdır. Her ne kadar Din etkili olsa da rasyonelleşme gereklidir. Ancak Doğu, Weber döneminde bu seviyeye erişememiştir. Doğu’ nun zamanla fakirleşmesinin altında yatan rasyonelleşme olmamasının sonucunu şöyle örnekleyebiliriz; İslam hukukunda genellik ve süreklilik yoktu. Kadı kararları sistematik değildi ve genelleşme diye bir şey söz konusu olamazdı. İslam’ın sistematik, resmi hukuk geleneği yoktu. Keyfi sistemi, kadıların sistemsiz yargılamaları, halkın yasal güven ortamından yoksun ticareti ve dolayısıyla para ekonomisini felce uğrattı. Doğu pazar ekonomisi çöktü ya da durağanlaştı.17 Weber’ e göre Doğu’ nun da kapitalist düzene geçmesi için, “Sultanlık” diye Weber’in tanımladığı sistemsiz ve keyfi hukuk sistemi aşılmalı, rasyonalize edilmelidir.

Baktığımızda, Batının modern ve kapitalist haline gelmesi, insanlığın Hukuk geliştirme olayıyla oldukça yakından ilgilidir. Weber’in Modernlik için rasyonelleşme düşüncesi tepeden inme yönetimlere dahi meşruluk vermektedir. Weber için önemli olan şey rasyonelleşmenin kendisidir. Weber bu anlayışıyla liberal, bireyci doğal hukuk anlayışından uzaklaşmaktadır.18

 

6.      Sonuç ve Değerlendirme

Kanımızca Prusya ve Avrupa’ da olduğu gibi Dünya için çok önemli bir sosyolog olup ileri seviyelerde gözlem ve tespitlerde bulunan Max Weber’ in anlaşılması, günümüz dünyasının politik ve ekonomik durumunu anlamada yardımcı olacağı gibi Hukuk alanının toplum ve ekonomi ile bağlantısını iyi okumayı beraberinde getirecektir.

 

1 ÖKTEM, Hukuk Felsefesi ve Hukuk Sosyolojisi, İHFM C. LI V (1994) S,372

2 KIZILÇELİK, Sosyoloji Tarihi 4, S.348

3 ÖZLEM, Max WEBER’de Bilim ve Sosyoloji, S.59

4 ÖKTEM, Hukuk Felsefesi ve Hukuk Sosyolojisi, İHFM C. LI V (1994) S,382

5 LÖWITH, Max WEBER ve Karl MARX, S.97

6 ÖKTEM, Hukuk Felsefesi ve Hukuk Sosyolojisi, İHFM C. LI V (1994) S,382

7 RIRIMO, Albert: Lté Grands Courants de la Philosophie du Droit et de l’Etat, Paris 1978, Pedonc s.390

8 DUVERGER, 1982: 203

9 WEBER, 2013: 54

10 WEBER, 2013: 54

11 WEBER, 2013: 54

12 ÖKTEM, ‘’ Hukuk Felsefesi ve Hukuk Sosyolojisi’’, İHFM C. LI V (1994) S,378

13 ÖKTEM, ‘’ Hukuk Felsefesi ve Hukuk Sosyolojisi’’, İHFM C. LI V (1994) S,375

14 IŞIKTAÇ, Hukuk Sosyolojisi, s. 54; BERBEROGLU, s. 38.

15 WEBER, Ekonomi ve Toplum 2, s. 141

16 TOPUZKANAMIŞ, MAX WEBER’DE EKONOMİ, HUKUK VE RASYONALİTE, S.257

17 WEBER, Max: Economy and Society y (Derleyen Guenther ROTH ve Claus WITTICH c.3, s.1016)

18 ÖKTEM, ‘’ Hukuk Felsefesi ve Hukuk Sosyolojisi’’, İHFM C. LI V (1994) S,384

Muhammed Haşim YAKAR
Latest posts by Muhammed Haşim YAKAR (see all)
Bu yazıyı oylar mısınız?
[Toplam: 3 Ortalama: 4.7]

Yazar

  • Muhammed Haşim YAKAR

    Ben Muhammed Haşim Yakar. Giresun Bulancak doğumluyum. Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuyum. Şu anda İstanbul Üniversitesi Tarih bölümü 3. sınıf öğrencisiyim. Aynı zamanda avukatlık stajı yürütmekteyim. Kendi çapımda çeşitli spor dalları ile uğraşıyorum. Bu hobilerimi ve meslek öğrenimimi yazıya taşımak istiyorum.

Muhammed Haşim YAKAR

Ben Muhammed Haşim Yakar. Giresun Bulancak doğumluyum. Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuyum. Şu anda İstanbul Üniversitesi Tarih bölümü 3. sınıf öğrencisiyim. Aynı zamanda avukatlık stajı yürütmekteyim. Kendi çapımda çeşitli spor dalları ile uğraşıyorum. Bu hobilerimi ve meslek öğrenimimi yazıya taşımak istiyorum.

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir