Evlerimize Dönelim

Evler vardı zemini toprak, duvarı ahşap. Evler vardı tek odalı ama herkesin sığabildiği.

Tek kişilik, çift kişilik yatakların yerine hep kişilik yün döşeklerin ve yastıkların olduğu.

Tek çeşit yemeği ortak bir sahandan kaşıklarımız birbirine çarparak yediğimiz, dizimiz acıya acıya oturduğumuz sofralar vardı.

Duvarda asılı gaz lambasının loş ışığı altında gölge oyunları oynayıp dede ve babalarımızın koyu sohbetlerini pür dikkat dinlediğimiz akşamlar vardı.

Güneşte çalışmaktan ve ocakta ekmek yapmaktan elleri kırışmış, derileri hafif kızıllaşmış nineler ve analar vardı o evlerde.

 

Ve bir de o evlerde hiçbir şeyi endişe etmeyen bizler vardık.

 

Sobanın yanında uyuyakalıp misafir gelince soğuk bir odaya yatırılan ve kaçan uykusunun gelmesini bekleyen çocuklardık bizler. Çatıdan yağmur sesini bir ninni misali dinleyen ve ağır yorganlara annemizin kolları gibi sarılarak uykuya dalan çocuklardık.

Televizyon, telefon bilmeyen taşlardan ev, lastiklerden araba, otlardan yemekler yapıp sonsuz oyunlar kuran çocuklardık.

Bayramları iple çekip, bayram sabahına heyecandan uyuyamadığımız için yarı uykusuz uyanan çocuklardık bizler.

 

Yaşadığımız ev ve evimizin bulunduğu mahalledeki tüm evler bizim evimizdi. Evsiz kalmaktan, evimizden uzaklaşmaktan korkmazdık asla o zamanlar. Tüm bunlar büyüyen gövdelerimizin içinde minicik kalan kalplerimiz yerine beyinlerimizle hareket etmeye başlamadan önceydi.

Nasıl olduysa önce evlerimizin bahçesinden, sonra bulunduğu sokaktan usul usul uzaklaşıverdik. Ansızın : “Ben neredeyim, burası da neresi?” dercesine bir şaşkınlıkla, olan biteni fark ettiğimizde çok geç olmuştu artık. Ayaklarımız evimizin yolunu unutmuş, hatıralarımız tozlanmaya başlamıştı çoktan.

 

Her şeyi fark ettiğimiz o andan sonra gittiğimiz her mekanda, tanıştığımız her insanda bize evimiz gibi hissettirecek bir şeyleri arıyoruz. Hayatın koşuşturmacasında aniden denk geldiğimiz, bize evimiz gibi hissettiren ufacık bir hissi yakalayınca durup o hissin hiç geçmemesini ve o anın içinde hapsolmayı istiyoruz içten içe. Ama maalesef kısa sürüyor o tatlı an.

Aslında bizler o insanlarda ve o mekanlarda kazandığımız onca maddesel şeyin yerine o ilk tanıştığımız evde tattığımız samimiyeti, yardımlaşmayı, birlik ve beraberliği, paylaşmayı, sevgiyi kısacası ruhumuzu doyuran, kalplerimizi besleyen o gerçek  manevi huzuru arıyoruz. Evimiz dediğimiz o çatının altında  kalan özümüzü arıyoruz. Belki de ilk ve son kez kendimizle gerçek manada karşılaştığımız, ait olduğumuzu düşündüğümüz yeri arıyoruz. Gürültü, kalabalık ve kargaşanın olduğu metropollerin  içinden sıyrılıp sessiz ve sakince o evlere dönerek  kendimize sıkı sıkı sarılıp doyasıya  sohbet etmek istiyoruz .

Evlerimizden uzak ne kadar daha dolanırız bu alemde bilemiyorum ancak bizlerin yani o evlerin çocuklarının şairin dediği gibi; “Sırtımızın kamburu, cılızlığımızın görkemli korunakları ve yalnızlığımızın kaleleri olan o evlere dönme vaktimiz geldi de geçiyor artık..”

Arzu TAN
Latest posts by Arzu TAN (see all)
Bu yazıyı oylar mısınız?
[Toplam: 6 Ortalama: 4.2]

Yazar

  • Arzu TAN

    Merhaba! Ben Arzu. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Özel Eğitim Öğretmenliği mezunuyum. Giresun'da yaşıyorum ve görev yapıyorum. Liseden bu yana kitap okumayı, şiir ve kısa yazılar yazmayı seviyorum. Yazmak ve okumak benim içimdeki buhranı ferahlatıyor. Umarım yazılarım sizlerin de içini ferahlatır ve hislerinize tercüman olur.

    View all posts

Arzu TAN

Merhaba! Ben Arzu. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Özel Eğitim Öğretmenliği mezunuyum. Giresun'da yaşıyorum ve görev yapıyorum. Liseden bu yana kitap okumayı, şiir ve kısa yazılar yazmayı seviyorum. Yazmak ve okumak benim içimdeki buhranı ferahlatıyor. Umarım yazılarım sizlerin de içini ferahlatır ve hislerinize tercüman olur.

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir